Paganini’den Stefan Zweig’a, oradan da totaliter rejimlere ve günümüze uzanan, zaman algısı çerçevesinde bir referandum-sonrası değerlendirmesi.
Bir keman virtüozu (bazılarınca sihirbazı) olduğu söylenen Paganini'nin 19. YY başlarında yazdığı serbest formlu 24 Kapris'in (kendisine ithaf etmiş olduğu) sonuncusu, hız ve teknik açısından keman repertuarının icrası en zor parçalarından biri addedilir.
Gelgelelim, 24. Kapris'in zorluğu, insan sinir sisteminin hızıyla göreceli. Sinyal işlemesi daha hızlı bir bedenle, bu eserin icrası çocuk oyuncağı olabilirdi.
Bedenimizdeki sinir lifleri, tür ve işlevlerine göre, saniyede 0.5 ile 120 m. arasında iletkenlik hızı çeşitliliği gösteriyorlar. Sinir sistemimiz içindeki sinyal iletkenliği, kan dolaşımı hızının ötesinde olmakla birlikte, örneğin bilgisayarlardaki elektrik hızının çok gerisinde.
Elbette bir süper-kemancı yaratmak için, hızlandırılmış sinir sistemine uyacak bir kas yapısı içeren farklı bir beden de gerekirdi. Müzik icrasından spora kadar sınırlarımızı belirleyen doğal bedenimizdeki sinyal işleme hızı, zaman algımız üzerinde de işlevi olan bir unsur.
Peki, zamanın ne hızda geçtiğini nasıl algılıyoruz? Ne kadar zaman geçtiğini hangi dakiklikle ve nasıl bilebiliyoruz? İçimizde bir tür saat mi var?
Bilgisayar sistemlerinin aksine, canlılarda tek bir zaman-ölçer yerine farklı işlevli farklı beyin/beden mekanizmaları olduğu görüşü yaygın. Yani, 3 saniyenin, 30 dakikanın, ya da 3 senenin geçişini sinir sisteminde tek bir "master-clock" ana saatin sağladığı tezi büyük ihtimalle yanlış. Ayrıca, görme, duyma, dokunma gibi farklı algı modalitelerinin zaman işlemleyicilerinin de farklı zamanlama sistemleriyle çalıştığı düşünülüyor.
Yani, zaman algısı, bütünüyle bilinmemekle birlikte, biyolojik bedenlerde muhtemelen çok parçalı bir zaman-ölçerler ağı ile sağlanıyor. (Örneğin, yeni bir Science (12/2016) makalesine göre, farelerde zaman algısının önemli bir unsuru, dopamin salgısı ve ortabeyinde yer alan dopamin nöronları)
İnsanlar ve diğer canlılarda zaman algısı mekanizmalarının karşılaştırmalı çalışılması, nörobilimin en canlı alanları arasında yer alıyor. Zaman algısı üzerine pek çok ilginç yanılsama da mevcut. Tehlikeli durumlarda, örneğin bir kaza anında, zamanın geçişinin yavaşlar gibi olması, son zamanlarda araştırılan bu yanılsamalardan (kaynak ekte).
Yaşlanmayla birlikte insanlarda (çocukluğa nazaran) zamanın daha hızlı akıyor olduğu algısının yükselmesi de kendi başına ilginç bir gözlem.
İnsan ve diğer canlılarda zaman algısı farklarının müzik kapasitesine etkisini ve evrimsel özelliklerini önümüzdeki haftalarda ele alacağız.
Yıllar içeren uzun dönemli zaman akışı algısının, kısa zaman algısına göre daha bilişsel ve soyut nitelikleri olduğunu söylemek de mümkün. Büyük ölçekli zaman akışı algısında bazen ciddi yanlışlar yaptığımızı, tarihten örneklerle biliyoruz. Şimdi, bu bağlantıyla, konuyu Stefan Zweig’e getirelim.
Stefan Zweig ve eşi Lotte Altmann'ın, öznel zamanın akışındaki dayanılmaz buldukları yavaşlığın yürek burkan hikayesi, kısaca böyle.
İki hafta önce Dr. Zeynep Gambetti'yle, Hannah Arendt'ten ve totaliter baskıcı rejimlerde yaşamanın zorluklarından söz etmiştik: Hannah Arendt'ten Yola Çıkarak Diktatörlük, Totalitarizm ve Alternatif Eylem Biçimleri
İçinden geçmekte olduğumuz günlere ışık tutması ümidiyle, yine Stefan Zweig ve Lotte Altmann'ın üzücü hikayesine dönelim.
Zweig üzerine parçalar halinde alıntıladığım bu metni, BirGün Gazetesi’nin Pazar Eki için yazmış olduğum "Zaman Tüneli" yazısından aktardım. Bu haftaki duyuruyu, “aynı yazıdan son bir bölümle noktalayayım.
Herkese hilesiz, tertipsiz, dalaveresiz, ama haklı, ümitli, güzel günler dileğiyle,